ÖMER AYAZ Resmi Web Sitesi
Sözün Özü
Düşünsenize bir:
Hastalık olmasaydı sıhhatin, ölüm olmasaydı hayatın, yaşlılık olmasaydı gençliğin,
yokluk olmasaydı varlığın, kötü olmasaydı iyinin, küfür olmasaydı imanın,
cehennem olmasaydı cennetin, karanlık olmasaydı aydınlığın, çirkin olmasaydı güzelin kıymeti bilinir miydi?
Hayat yolu dümdüz ve pürüzsüz olsaydı, yürümek bu kadar cazip olur muydu?
Her şey birbirinin aynısı olsaydı,
öğrenmenin temel taşı olan merak tahrik olur muydu?
Tüm insanlar aynı planyadan çıkmış gibi birbirinin tıpkısı olsaydı,
tanımak için küçük parmağımızı oynatmaya gerek kalır mıydı?
Eğer her zorluğun yanında bir kolaylık, her derdin bir dermanı,
her ıstırabın bir bilgeliği, her çekilen acının bir hasılatı,
her musibetin bir nasihati, her kederin bir bedeli olmasaydı
hayat yaşanmaya değer miydi?
Hepsinden öte sabır bu kadar değerli olur muydu?
Sabır Birçok kavram gibi kirlettiğimiz, kargaşaya kurban ettiğimiz,
içeriğini darmadağın ettiğimiz, sonra da dönüp haksızlık ettiğimiz
muhteşem bir kavram
“Sabreden derviş, muradına ermiş” gibi harika bir deyim,
nasıl oldu da “Sabreden derviş, sabrede ede gebermiş”
gibi soysuz ve hayasız bir lafa dönüştü?!
Nasıl olacak? Sabır kavramının zihnimizde uğradığı tahrif sonucu elbette
Sabır, herkesin her istediğini “Hemen, şimdi!” sloganıyla elde etmeye çalıştığı
acele ve ecele giden kendini bilmezler çağında, “Asla vazgeçmem,
zamanı gelinceye kadar beklerim” diyebilme kararlılığıdır
Şeyh Bedreddin Varidat’ında diyordu ki “Evme (acele etme)!
Unutma ki her yemişin bir mevsimi vardır: Sen de mevsimini bekle!”
Yakıcı yaz güneşinin altında sabırla zamanını beklemeyi bilmeseydi,
çağla şekerpare, koruk kayısı, kelek kavun olur muydu?
Sabır, omuzladığın mukaddes yükü götürürken rüzgar tersinden esmeye
başladığında geri dönmemek, yükü atmamak, yolu satmamak,
yola yatmamaktır Sırtını yüke verip göğsünü rüzgara siper etmektir
Her rüzgarın bir ömrü, her Nemrud’un bir İbrahim’i, her Firavun’un bir Musa’sı,
her kışın bir yazı, her gecenin bir sabahı, her derdin bir dermanı olduğunu unutmamaktır
Sözün özü, sabır direniştir Kur’an “Allah sabredenleri sever” derken
işte bunu demiş olur: Allah direnenleri sever
Yine Kur’an “Ey iman edenler! Sabredin” derken bunu demiş olur
Yani: Ey iman edenler! Direnin!
Hepsinden öte Asr Suresi, işte bu nedenle “sabır” suresidir:
“Asra yemin olsun ki insanlık hüsrandadır! Ancak iman edenler,
salih amel işleyenler, hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesna!”
Son ayetin açılımı şudur:
Hakkı tavsiye etmenin bir bedeli vardır Çünkü siz hakikate tabi olup onu
tavsiye ettiğinizde, varlığını yalana adayanlar ister istemez bundan rahatsız
olurlar Hakikat güneşinin doğuşundan rahatsız olanlar, ülkeyi mağaraya çevirmenin yolunu ararlar
Bu durumda hakikati savunmanın bir faturası vardır ve size bunu pahalıya ödetmeye çalışırlar
Ayetin son kısmı işte bunu söyler: Hakikati savunmanın bedelini ödemek
gerektiğinde de sabrı tavsiye edin
Hakikat üzerinde direnin ve asla geri adım atmayın
Öyle ya, hem hakkı savunacaksınız hem de başınız sıkışınca savunduğunuz hak siperini terk edip kaçacaksınız
Bu yakışır mı? Günah işlemenin bile bir bedeli olsun da sevap işlemenin bir bedeli olmasın mı? Kumarbazlar bile bir risk alırken hakikati savunanlar hiçbir
risk almasınlar mı?
Hakikate olan sadakatiniz, onun uğruna nereye kadar ne bedeli göze aldığınızla
orantılıdır Ne diyordu Kur’an:
“İnanıyorsanız, üstün gelecek olan sizsiniz!”
Mustafa İslamoğlu