ÖMER AYAZ Resmi Web Sitesi
Düsündüren yazılar
ALLAH’IN BEŞER RESÛLÜ
“Fesubhânallâh! Ben Beşer Peygamberden Başka Bir Şey miyim?” (İsra, 17/93)
Tarih sürecinde peygamberlere karşı geliştirilen yanlış tutumlar, indirgemeci ve aşırı yüceltmeci olmak üzere ikiye ayrılır. Bunlardan birincisine örnek, Yahudilerdir. Onların birçoğu peygamberlerine gereken değeri vermemiş, onlara iftiralar atmış, sıradan bir insana gösterdikleri sevgiyi, saygıyı onlardan esirgemişlerdir. Ve nihayetinde peygamberlerini öldürecek gaddarlığı sergileyebilmişlerdir.
İkincisine örnek ise Hıristiyanlardır. Onlar Yahudilerin zıddına Peygamber (İsa aleyhisselâm) sevgisinde aşırıya kaçmışlar ve bir zaman sonra onu tanrı edinmişlerdir. Kur’an’da kendilerinden ehl-i kitap olarak bahsedilen Yahudi ve Hıristiyanlar, peygamberlere karşı gösterilen davranışların iki aşırı ucunu oluşturmuşlardır.[[1] ]
Bu iki grubun dışında kalan milletlere de peygamberler gönderilmiştir. İnanmayanlar veya müşrikler olarak adlandırdığımız bu gruplar, ehl-i kitabın aksine kendilerine elçi olarak gönderilen peygamberlerin beşer olma özelliğini dillerine dolamışlardır.
İslam dünyasında da zaman zaman iki aşırı ucu temsil eden indirgemeci ve aşırı yüceltmeci peygamber tasavvurlarına rastlanmaktadır. Bu makalede Hıristiyanların İsa aleyhisselâm konusunda sergiledikleri aşırı tutumları ile inanmayanların Peygamberlerin beşer oluşuna karşı geliştirdikleri söylem, İslam dünyasında karşılaşılan bazı yanlış durumlarla mukayese edilmek sureti ile incelemeye tabi tutulacaktır. Yahudilerin ve -az da olsa- bazı Müslümanların gösterdiği indirgemeci peygamber tasavvuruna bu makalede değinilmeyecektir.
1. BİR MÜŞRİK ARGÜMANI: MELEK PEYGAMBER
Dini tebliğ etmek için gönderilen peygamberlerin birer beşer / insan olmalarını, inanmayanlar bir türlü kabullenmek istememişlerdir. Ta Nuh aleyhisselâm zamanında başlayan bu kabullenemeyiş, son peygamber Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’e gelinceye kadar böyle devam etmiştir. Nuh aleyhisselâm, kavmine elçi olarak gönderildiğinde ona şöyle itiraz edilmişti:
“(Nuh’un) Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki: Biz seni sadece bizim gibi bir beşer olarak görüyoruz…” (Hûd, 11/27)
Bu tür itirazlar sadece Nuh aleyhisselâmın kavmi ile sınırlı değildi. Hûd aleyhisselâmın kavmi olan Âd, Sâlih aleyhisselâmın kavmi Semûd ve onlardan sonra gelen peygamberlere de kendi kavimleri hep aynı itirazda bulundular: “Sizin bizden ne farkınız var ki? Siz de bizim gibi bir insansınız.” Bu durum ayetlerde şöyle anlatılmıştır:
“Sizden öncekilerin, Nuh, Âd ve Semûd kavimlerinin ve onlardan sonrakilerin haberleri size gelmedi mi? Onları Allah'tan başkası bilmez. Peygamberleri kendilerine mucizeler getirdi de onlar, ellerini peygamberlerinin ağızlarına bastılar ve dediler ki: Biz, size gönderileni tanımıyoruz/kabul etmiyoruz ve bizi kendisine çağırdığınız şeye karşı derin bir kuşku içindeyiz.
Peygamberleri dedi ki: Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var? Hâlbuki O, sizin günahlarınızdan bir kısmını bağışlamak ve sizi muayyen bir vakte kadar yaşatmak için sizi (hak dine) çağırıyor. Onlar dediler ki: Siz de bizim gibi bir beşerden başka bir şey değilsiniz. Siz bizi atalarımızın tapmış olduğu şeylerden döndürmek istiyorsunuz. Öyleyse bize, apaçık bir delil getirin!” (İbrâhîm, 14/9–10)
Zaman geçmiş, kavimler ve peygamberler değişmiş, sıra Mekkelilere gelmişti. Onlar da tıpkı kendilerinden önce inanmayanların peygamberlerine karşı çıktıkları gibi peygamberimize karşı çıkmış ve aynı sözleri onun için söylemişlerdi:
“Bu elçinin özelliği ne ki? O da yemek yiyor, o da sokaklarda geziyor! Ona bir melek indirilse de birlikte uyarıcılık yapsa olmaz mı?” (Furkân, 25/7)
“Rablerinden kendilerine ne zaman yeni bir ihtar gelse, onlar bunu, hep alaya alarak, kalpleri oyuna - eğlenceye dalarak dinlemişlerdir. O zalimler şöyle fısıldaştılar: Bu (Muhammed), sizin gibi bir beşer olmaktan başka nedir ki! Siz şimdi gözünüz göre göre büyüye mi kapılıyorsunuz?” (Enbiyâ, 21/2–3)
Allah’ın peygamberleri için sarf edilen bu kabullenememe cümleleri, inanmayanların iman etmeleri yönündeki en büyük engeldi:
“İnsanlara doğru yolu gösteren bir elçi geldiği zaman inanmalarına tek engel, onların şu sözleri olmuştur: “Allah elçi olarak bir beşer mi gönderir?” (İsrâ, 17–94)
Bir beşere vahiy inmesini kabul etmeyen bu aklın sadece peygamber tasavvuru değil, aynı zamanda Allah tasavvuru da bozuktur. Çünkü Allah Teala bu tür iddialarda bulunanların, kendisini gereği gibi tanı-ya-madıklarını bildirmiştir:
“Onlar «Allah hiçbir insana bir şey indirmemiştir» demekle, Allah'ı gereği gibi tanıyamamışlardır…” (En’âm, 6/91)
Bu itirazlar inanmayanlar açısından bir parça makul görülebilir. Zira inanmamaları için aradıkları bahanelerin en büyüğünü bu cümlelerde bulabiliyorlardı. Bu akla göre Allah, insanlar içerisinden bir peygamber göndermez fakat gönderse bile bunu mutlaka ileri gelenlerden (mele’) seçerdi![[2]] Bu da olmazsa, onlara göre geriye tek bir seçenek kalıyordu: Melek Peygamber! Şöyle demişti Nuh aleyhisselâmın kavminin inkârcı ileri gelenleri:
“Bu, sadece sizin gibi bir beşerdir. Size üstün ve hâkim olmak istiyor. Eğer Allah (peygamber göndermek) isteseydi, muhakkak ki melekler gönderirdi. Biz geçmişteki atalarımızdan böyle bir şey duymadık.” (Mu’minûn, 23/24)
Ayette görüldüğü gibi bu kavim “biz atalarımızdan böyle bir şey duymadık” diyerek bir beşerin peygamber olmasını kabullenemiyorlardı. Hâlbuki söyledikleri bu söz, bir yalandan ibaretti. Zira Allah onlardan önce hiçbir kavme melek peygamber göndermemişti.
Aslında peygamberlerin meleklerden olmasını isteyenlerin unuttukları bir başka gerçek vardı: Kendileri insandı!
“De ki: “Yeryüzünde dolaşanlar melek olsaydı ve oraya yerleşmiş bulunsalardı, biz de onlara elçi olarak gökten bir melek indirirdik.” (İsrâ, 17/95)
Bir beşerin değil de bir meleğin peygamber olmasını isteyen anlayış, hayat dışı, gündem dışı kalacak bir peygamber isteğini yansıtmaktadır. Çünkü peygamber bir melek olursa “canım, o bir melek, biz nasıl onun yaptıklarını yaparız! O kim, biz kimiz” denilerek örnek alınması mümkün olmayacaktı. Bu da örneksiz, modelsiz, pratiğe dökülememiş bir din ile metbûiyyeti sorgulanacak ve bunun neticesinde hayatın dışında kalacak bir peygamber ortaya çıkaracaktı. Hâlbuki yaptığı her şeyi güzel yapan Allah, böyle bir şeye imkan vermemiş, beşer cinsine yine kendi cinsinden beşer peygamberler göndermiştir.
2. HIRİSTİYANLARIN AŞIRI TUTUMLARI
Buraya kadar örnekleri sunulan itirazlar, peygamberlere inanmayanlar tarafından yapılıyordu. Peki, inananlar tarafından peygamberlerin beşer oldukları gerçeğine nasıl bakılmıştır? Bu sorunun cevabını araştırdığımızda ilk olarak Hıristiyanlarla karşılaşıyoruz:
Onlar, peygamberleri konusunda öylesine aşırı gitmişlerdir ki sonunda onu tanrı edinmişlerdir. Şu anki Papa 16. Benediktus (Joseph Ratzinger) başkanlığında kurulan bir heyet tarafından hazırlanan ve bir önceki Papa 2. Jean Paul’ün imzasıyla yayımlanan Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri adlı kitaba göre:
“İsa olmasaydı kâinat yaratılmazdı. Göklerde ve yeryüzünde görünen ve görünmeyen şeyler, tahtlar, egemenlikler, yönetimler ve hükümranlıklar… Her şey onun aracılığıyla ve onun için yaratılmıştır.”[[3]]
Hıristiyanlar bu fikre şu an ellerinde bulunan İncil’den ulaşmışlardır. Çünkü İncil bütün her şeyin İsa için yaratıldığını belirtir. Pavlus’un Koloselilere Mektubu’nda bu, şöyle anlatılır:
“Görünmez Tanrı'nın görünümü, bütün yaratılışın ilk doğanı O'dur.
Nitekim yerde ve gökte, görünen ve görünmeyen her şey -tahtlar, egemenlikler, yönetimler, hükümranlıklar- O'nda yaratıldı. Her şey O'nun aracılığıyla ve O'nun için yaratıldı.
Her şeyden önce var olan O'dur ve her şey varlığını O'nda sürdürmektedir.” (Koloseliler, Bölüm 1: 15–17)
“Yerde ya da gökte ilah diye adlandırılanlar varsa da -nitekim pek çok «ilah», pek çok «rab» vardır- bizim için tek bir Tanrı Baba vardır. O her şeyin kaynağıdır, bizler O'nun için yaşıyoruz. Tek bir Rab var, O da İsa Mesih'tir. Her şey O'nun aracılığıyla yaratıldı, biz de O'nun aracılığıyla yaşıyoruz.” (1.Korintliler Bölüm 8: 5–6)
Görüldüğü gibi İncil, yaratılan her şeyin İsa’nın aracılığı ile ve onun için, onun yüzü suyu hürmetine(!) yaratıldığını belirtmektedir. Öyleyse bugün böyle bir anlayışa sahip olan Hıristiyanlar, kendilerince haklı sebeplere dayanmaktadırlar! Zira –her ne kadar biz Müslümanlara göre muharref de olsa- onların mukaddes bildikleri, Allah’ın kitabı olarak kabul ettikleri kitapları, İsa’yı onlara böyle tanıtmaktadır! Bugün sıradan bir Hıristiyan’a “siz neden İsa hakkında böyle düşünüyorsunuz?” diye sorulsa onun vereceği cevap “çünkü bizim kitabımızda İsa böyle tanıtılmaktadır” olacaktır. Doğrudur; -biz kabul etmesek bile- bugün ellerinde bulunan kitapları onlara İsa’yı böyle tanıtmaktadır.
3. İLGİNÇ BENZERLİK: HAKÎKAT-İ İSEVİYYE - HAKÎKAT-İ MUHAMMEDİYE
Müşriklerin ve Hıristiyanların yanlış Peygamber tasavvurunu gördükten sonra “peki, Müslümanlarda durum nasıldır ?” sorusuna cevap vermemiz gerekiyor. Ne yazık ki peygamber hakkındaki “bu yanlış inanç, (bazı) Müslümanların inancına da karışmıştır.”[[4]] Mesela halk arasında oldukça yaygın olan ve hadis-i kutsî olarak bilinen fakat hadis âlimleri tarafından açıkça “uydurma (mevdû’ = موضوع)”[5] olduğu belirtilen “sen olmasaydın… Sen olmasaydın… Ben kâinatı yaratmazdım (لولاك لولاك لما خلقت الأفلاك = levlâke levlâke lemâ halaktu’l-eflâk)” sözü bu iddiayı haklı çıkarmaktadır.
Çünkü bazı Müslümanlar tarafından aslı astarı olmayan bu rivayete dayanılarak ilk yaratılan şeyin hakikat-ı Muhammediye olduğu, her şeyin ondan ve onun adına yaratıldığı iddia edilmiştir. Tıpkı Hıristiyanların İsa için dedikleri gibi! Muhyiddin İbnü’l-Arabî başta olmak üzere birtakım sûfîler tarafından ortaya atılan ve geliştirilen hakikat-i Muhammediye inancı, kısaca şöyle özetlenebilir:
“Vücûd-ı mutlak’ın taayyün ettiği ilk mertebeye (taayyün-i evvel) hakîkat-i Muhammediyye adı verilir. Vücûd-ı mutlak açısından bakıldığında bu mertebe var oluşun başlangıcıdır. Mevcûdat açısından bakıldığında ise gerçek yaratma (halk = خلق) fiili, vücûd-ı mutlakın hakîkat-i Muhammediyye mertebesine tenezzülünden sonra olmuş ve her şey ondan yaratılmıştır.
Hz. Peygamberin altmış üç senelik zamanla sınırlı cismanî hayatından ayrı bir varlığı daha mevcuttur. Allah’tan başka hiçbir şey yokken ilk defa hakikat-i Muhammediyye var olmuş, bütün yaratıklar bu hakikatten ve onun için halk edilmiştir (yaratılmıştır) Âlemin var olma sebebi, maddesi ve gayesi bu hakikattir. (…) Resûl-i Ekrem’in ruhu ve nuru bütün insanlardan, peygamberlerden, hatta meleklerden önce var olduğundan Peygamber insanlığın manevi babasıdır. (…) (Muhyiddin) İbnü’l-Arabî’ye göre hakikat-i Muhammediye nur olması bakımından âlemi yaratma ilkesi ve onun aslıdır. Varlık şeklinde zâhir olan ilâhî tecellinin ilk mertebesidir.” [[6]]
Menşeinin Yeni Eflatunculuktaki “logos” veya İskenderiyeli Aziz Clemens’in peygamberlik konusundaki görüşlerine dayandığı ve bunun önce Şii muhitine oradan da tasavvufa geçtiği ileri sürülen [[7] ] bu anlayışın, Kur’an’ın şekillendirdiği peygamber tasavvuru ile ne kadar uyuştuğu sorgulanmalıdır. Nitekim başta hadis ulemâsı ve Hanbelîler olmak üzere birçok âlim, Hz. Peygamberin bu şekilde anlaşılmasının onu ilahlaştırmak anlamına geleceğini söyleyerek bu inancı küfür ve şirk saymışlar, daha önceki ümmetlerin de peygamberleri konusundaki aşırılıkları sebebiyle sapıklığa düştüklerini söylemişlerdir. [[8]]